25.02.2013
SARIYER BELEDİYESİ KISIRKAYA REHABİLİTASYON MERKEZİ'NDE BİR GÜN
(Haberin en altındaki yazıyı görmeden geçmeyin derim!)
"Yazının anlam ve önemini sessizce belirten fotoğraf"
Bir Sarıyerli olarak belediyenin bu rehabilitasyon merkezi yüzünden karalandığına hep şahit oldum, ölüm yuvası olarak internetten okudum. Tamam, eski AKP'li Sarıyer Belediye Başkanı Yusuf Tülin zamanındaki birçok kötü olay artık yoktu. (Kapı önünde bulup bahçemde bakmaya başladığım tasmalı Pointer köpeğim, bahçemden izinsizce ben evde yokken aşılanıp geri koyulacak diye alınmış bir daha da izine rastlanılmamıştı. Ertesi gün ise biçok köpeğin zehirlenerek gömüldüğünü, birçoğunun da ormana atıldığını haberlerde izlemiştik. Ben ise hala Point'ten bir haber bekliyorum. Yusuf Tülin'in ise sonunu gördük.) Peki CHP'li Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç zamanında bu rehabilitasyon merkezinde neler olup bitiyordu? Burası bir barınak değil, çoğunlukla geçici bir tedavi merkezi, peki herşey yolunda mıydı? Görevlilere haber vermeden ani bir ziyaret yaptık, yani fotoğraflardaki hiçbirşey kurgu değildir. İşte size bir günümüzü anlatacağım:
07.30: Dostum İris bizi yalnız bırakmadı ve bu saatte evimize geldi, biriktirdiğimiz poşet poşet gazeteleri, sıcak tutacak büyük kumaş parçalarını, eski montları, battaniyeleri, su ve yoğurt kaplarını, ortak aldığımız 6 poşet 15'er kiloluk köpek mamalarını arabaya yükledik. Arka koltukta oturan annemin poşet ve gazete yığınları arasında sadece gözleri gözüküyordu. Bizi gören taşınıyor zannetmiştir.
08.30: Sarıyer mezarlığı yakınındaki rehabilitasyon merkezine vardık. Şaşkın bakışlar içinde arabadan indik, yardım getirdiğimizi ve biz de görevlilerle 28 km. ötede bulunan ana rehabilitasyon merkezine kendi servis araçlarıyla gitmek istediğimizi söyledik. Çünkü yolda feci bir kazı çalışması olduğundan normal bir otomobil asla o yollarda gidemez diye duyum almıştık. Saat 11.00'de hareket edecek özel yemek dağıtım aracıyla gidebileceğimizi öğrendik. Arabamızdaki tüm mamaları, gazeteleri, sıcak tutacak şeyleri ve diğer yardım malzemelerini bahçedeki kilitli depoya koydurduk. Bu arada çok başka şeyler de öğrendik. Mesela, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin tam bu rehabilitasyon merkezi karşısına 10.000 köpeklik devasa bir barınak yaptırdığını, yakında sokaklardaki tüm hayvanların buraya toplanacağını (Allah onları barınaklara tıkın diye yarattı ya), yakında çocukların sokakta kedi köpek göremeden büyüyeceğini, bu hayvanların özgürlüklerinin ellerinden alınacağını, tüm Türkiye'nin tepki gösterip yürüyüşler yaptığı 5199 adlı ölüm yasasının tekrar düzenlenerek Avrupa tarzında hayvansız sokaklar yaratılacağını öğrendik. Çizgi filmlerde karakterler allattan başlayıp yukarıya doğru sinirden kızarırdı ya, öyle hissettim. Kadir Topbaş ne yapıyor böyle?
11.00: Sarıyer Rehabilitasyon Merkezi'nden Kısırkaya'yadakine yol almak için özel köpek yemek dağıtım aracına bindik.
11.05: Birden ıssız yol kenarında duruyoruz. Ortalık sisten zor gözüküyor. Yolun ortasında, asfaltta 2 köpeğin oturduğu görülüyor. Isındıkları yer sizin evleriniz yerine asfalt kısaca.. Arabayı gören 7-8 köpek mutluluktan dans edercesine etrafımızda dört dönüyorlar. İki görevli bidonları indirip yemekleri özel taş yemek kaplarına boşaltıyor. Sırayla et parçalarını kapıyorlar. Aralarında kangallardan, Alman Çoban Köpeklerine her cins var. Kangallar önce diğerlerini kovalayıp kendileri yiyor. Sonra sırası gelen diğerleri.. Kangallar ormanda da üstünlük kurmuş durumdalar. 5 dakika sonra aracımıza binip devam ediyoruz.
11.10: Başka bir ıssız yolda yine aç köpekler arabanın yolunu gözlüyor. Araçtan yine bidonlar, ekmekler iniyor. İki köpek tedirgince yemeklere sokuluyor.
11.15: Yeni durağımızda yine sevinçle karşılanıyoruz. Hızla yanımıza gelen köpekler sırayla et parçalarını kapıyorlar. Aralarında kangallardan, Alman Çoban Köpeklerine her cins var. Kangallar önce diğerlerini kovalayıp kendileri yiyor. Sonra sırası gelen diğerleri.. Kangallar ormanda da üstünlük kurmuş durumdalar. 5 dakika sonra aracımıza binip devam ediyoruz.
11.17: Adaklık kurban satılan baraka gibi bir klübe önünde duruyoruz. Koca poşetlerle ekmekler klübe önüne bırakılıyor. Ben etrafta köpek ararken birden üç tane horoz poşetlere doğru koşturuyor. Kısa sürede poşetleri açıp ekmekleri nerdeyse bütün bütün yutuyorlar. Klübede yaşayanların da köpekleri varmış, civardaki hayvanlara da veriyorlarmış, bu ekmekler onlar içinmiş. Tabi horozlardan kalıyorsa..
11.20: İnanılmaz yollardan geçiyoruz. Herkes ormanı kesip biçip villa yapıyor, yakında nerede oksijen bulacağız bilinmez ama Çevre ve Orman Bakanlığı sanırım bu işe bir dur demeli. Son kalan yeşilliklerde ise atlar özgürce koşuşturup otluyorlar. İETT'nin 157 numaralı otobüsü Gümüşdere Köyü'ne kadar geliyor ama buradan da barınağa 3 km. yol var, yani barınağa bu otobüsle gelinmez asla.. Gümüşdere Köyü'ne girerken bir vatandaş yolumuzu kesip; "İleride uyuz gibi bir köpek vardur, çok pis kokuyor, onu öldirun daaa, yoksa ben furacağum!" demez mi.. Vatandaşımıza "Sen hastalanınca seni hastaneye götürmek, ilaç vermek yerine öldürüyorlar mı?" diye girişecekken yetkili iki beyden biri o vatandaşın anlayacağı dilden "Öldürmek yerine biz ilaçlarız onu.." dediler. Gümüşdere Köyü'nü geçtikten sonra ise kabus başladı. Bir yol düşünün, içi 50 cm kara balçık, git git bitmiyor, bata çıka yol alıyoruz, normal bir otomobil içine saplanıp kalır, birden önümüze manda sürüsü atlıyor, annem; "İşte şimdi tam safari oldu!" diyerek kahkahayı basıyor. Oldukça iri ama Susam Sokağı canavar karakterleri gibi tüylüş bir manda ise bana alttan alttan bakarak poz veriyor. Birazdan sağımızda devasa, bomboş, kahverengi bir arazi çıkıyor, yeni yapılacak o malum barınağın yeri olduğunu öğreniyoruz.
11.30: Kısırkaya Rehabilitasyon Merkezi'ne varıyoruz. Rehabilitasyon merkezi, açıkta dolaşanlar, yavru köpekler, klübeli bağlı köpekler, saldırgan ve yasaklı kafeste köpekler, karantinadaki köpekler, yeni büyük kapalı alandaki köpekler diye ayrılmış durumdalar. Açık olanlar oldukça mutlu, yerlerde uyuyor veya geriniyorlar. Minibüsü görünce yemek geldi diye etrafımızda çember oluşturuyorlar. O koca cüsselerine rağmen o kadar kibar davranıyorlar ki, bizi ürkütmemek için ellerinden geleni yapıyor bu küçük patili ama koca yürekli tüylü canlar.. Ben içimden ne ürkmesi diyerek iri bir tüylüşe sarılıveriyorum. Kafasını kollarımın arasına gömüyor.
Fotoğraf makinemi alıp ilk önce yavruların kafeslerinin yanına gidiyorum. Husky'den Terrier'e, Pitbull kırmasından Alman Çoban Köpeği'ne kadar hepsinin yavrusu bulunuyor. Çok küçükler ağlamaklı gözlerle bize bakıp biraz titriyorlar ama diğerleri oldukça iyi gözüküyor. Yavrular acıkmış ve bizimle ilgilenin diye tiz sesleriyle havlıyorlar :) Hemen yanlarındaki klübelerde bağlı olanlara yöneliyorum.
Yavruların olduğu bölüm
Pamuk gibi maviş gözlü bebek
Doberman, melez ve Samoyedimsi tatlı tüylüş
Golden Retriewer ve Labrador yavruları
Sıcak bir yuva bekleyen iki çaresiz bebek..
Alman Kurdu anne ve şirin yavrusu
Amerikan Pitbull Redronose Terrier
Terrier
Bir Rot yanındaki yaşlı Setter hemen ilgimi çekiyor. Çok narin duruyor. Yanına yaklaşınca iki gözünün de katarakt olduğunu görüyorum, hasta olduğu için de titriyor. Ona sarılınca çok mutlu oluyor, beraber makineme poz veriyoruz, dakikalarca konuşuyorum onunla.. Nasıl duygusal, bana birşeyler anlatıyor, zaten bakışı yeter. Yan tarafındaki komşusu genç Alman Çoban Köpeği ise benden fazla hoşlanmıyor, klübesine girip küsüyor, çağırıyorum ama gelmiyor. Belki de ilk arkadaşını sevdim diye.. Açıkta dolaşan Rot ise beni umursamıyor, göbeğini güneşe açmış güneşleniyor, hayli keyfinden memnun.
Yasaklı köpeklerin kafeslerine doğru gidiyorum. İnsan aslanlardan bu kadar ürkmez. O kadar uzaktan bana saldırmaya çalışıyorlar gibi tellere atlıyorlar, inanılmaz atletikler ama bir o kadar da muhteşem görünüyorlar. Pitbull, Dogo Arjentino, Mastiff.. gibi yan yana kafeslerde duran bir sürü ırk.. Sesleri inanılmaz güçlü, çenelerinin kaç ton basabildiği tel arkasından ve uzaktan oldukça belli.. İnsan görünce canavar görmüş gibi olup saldırmak istiyorlar, eski sahiplerinden nasıl yanlış bir eğitim almış, nasıl şartlarda yaşamış, dövüştürülmüş iseler bunu hemen anlıyorsunuz.
Bu arkadaştan gerçekten ürktüm, bakışı yeter.
Tamamen kapalı alanda yaşayan ve daha çok karantina hastalarının ve saldırgan olmayan ırkların olduğu yere giriyorum. Yerler tertemiz, kafes içleri de.. Hepsinin çelik su kabı var, oldukça fazla palet de. Klübeler ise yeterli gibi. Ama yine de klübe bağışı gerekli. Bu bölümde dikkatimi en çok çeken iki köpek bir Husky ve tasmasıyla yeni gelmiş muhteşem bir Pitbull. Yan kafesteki arkadaşını sevince Pitbull hemen kıskanıyor ve kendini sevdirmek için deliriyor. Oldukça temiz alanlarda yaşıyorlar ama yine de kafeste olanların alanı küçük. Büyük ırkların günlük enerji tüketimi açısından kötü. Bu konuda görevliler devreye girip onları sık sık kafesten çıkarıp boş alanda gezdirdiklerini söylüyorlar. Bu bizi biraz mutlu ediyor.
Yeni yapılan büyük kafesli alanı ise yukarıdan görüyoruz. Oradakiler de ilgi çekmek ve yemek yemek için sabırsızlanıyorlar. Aradığınız her cins köpek burada mevcut. Hepsinin tek tek fotoğrafını çekiyorum, hepsi poz verirken "Beni buradan çıkar!" acımaklı gözleriyle bakıyor. Son kez yavruların yanına gidip iki şişko ufaklığa veda ediyorum. Bu sırada eğitimli, komut bilen Mastiff kırması klübesinden zıplayarak ilgimi çekiyor. Bana türlü sevimlilikler yapıyor. Sevilince kuzu gibi oluyor. Kaldırımda ise ard arda penguen gibi ayakta uyuklayan üç kafadar çok tatlı gözüküyorlar. Barınağın elektriği var ama köpeklerin sobaları yok, örneğin o yaşlı Setter soğuktan titriyor yine de görevliler üşümez deyip dutdu, hayvan üşümekten hastalanmış zaten. Bizden önce kafesleri yolları yıkayıp duruyorlardı bir telaş içinde, sırf olumsuzlukları görüntüleyeceğiz sandılar herhalde, normalde kafeslewr ne sıklıkta temizleniyor bilmiyorum, bazı uzun tüylü köpekler çok kirliydi çünkü.. Birsürü mama getirmemize rağmen mama getirmeyin yemekleri var dendi. Civardaki bilinçli firmalar yiyecek atıklarını bu barınaktaki yavrucaklara hergün ayrıştırarak veriyormuş. Yemek dağıtan elemanlar işlerini çok severek yapıyorlardı, onları nasıl beslediklerini, nasıl baktıklarını anlatırlarken; "Onlar insanlardan daha masumlar, insanlardan her zaman daha iyidirler."dediler hep.. Zaten bu iş sevgisiz asla olmaz ki, yoksa ölüm ve acı getirir. Tekrar yemek dağıtım aracına binip Sarıyer merkeze doğru yol alıyoruz. Karadeniz'in dev dalgaları insanı büyülüyor.
Peki sonrasında neler oldu? Ben tüm bu fotoğrafları buraya ve Petarkadaş sitesine yükledim, amacım iyileşen köpeklerin yuva bulmalarıydı. Müdürleri Ayhan Bey de bunu onaylamıştı. Fotoğraflar inanılmaz ilgi gördü, herkes köpekleri sahiplenmek, oradan kurtarmak istedi. Ama sonradan bir sürü yorum geldi, herkes iletişimdeki telefonu arıyormuş ama "Burada köpek yok!" deyip yüzlerine kapatıyorlarmış. Herkese böyle yapmışlar. Hatta 18 yaşında bir genç yavru bir Golden'i sahiplenmek isteyince annemin araması üstüne izinle merkeze götürülmüş, bana ve anneme"Burada hiçbir yavru köpek yok, fotoğraftakilerin hiçbiri yok, bana da büyük bir Golden verecekler" dedi. En sonunda annem olaya el koydu. Belediye Başkanı Şükrü Genç ile görüştü. Orada neler oluyordu? Kimin köpeklerini kimden saklıyorlardı ve neden sahiplendirmek istemiyorlardı? Hayvansever Nesrin Çıtırık olaya el koydu ve bomba patladı; Barınağın veterineri Cihan Bey ve o ekip tüm o yavru köpekleri satıyorlarmış!!! İnanamadınız değil mi, zaten oraya gitmemizden ne kadar rahatsız olmuşlardı, özellikle Cihan Bey! Sonra açığa alındılar.. Hatta müdürlükte çalışan bayan da Sarıyer'de bir villada haciz için gelen avukat köpekten korkunca bir veteriner çağırıyor Ve Tarabya'daki bir klinikten gelen veteriner Toros ismili Akbaş köpeği iğneyle uyutup öldürüyor! Bunu yapan bir veteriner! İşte onun hanımı da bu müdürlükte çalışan biri, hayvan sevgisi doruk noktada yani.. Konumuza geri dönersek bu kişiler açığa alındı ama sonra işlerine devam ettikleri öğrenildi! Kısacası Şükrü Genç'e soruyorum, bir belediye başkanı olarak böyle bir olaydan nasıl haberdar olmuyorsunuz veya haberiniz varsa da izin veriyorsunuz???